Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen, Sağlı Sollu Haber Genel Yayın Yönetmeni Arif Anbar’la görüştü, tartışma yaratacak açıklamalarda bulundu.

Şimdi, Anbar soracak, Büyükerşen yanıtlayacak...

A. ANBAR: Büyükşehir Belediyesi’nin yapmış olduğu kırsal kalkınma hamlesi, yurt çapında ilgi görmesinin yanı sıra pek çok belediye tarafından örnek alınarak uygulanmaya başladı. Buraya kadar tamam… Fakat bu iş belediyelerin işi mi? Tarım ve hayvancılık alanındaki yatırımları hükümetlerin yapması gerekmez mi?

Y. BÜYÜKERŞEN: Sorunuzun ikinci bölümüne yanıt vererek başlamak isterim. Elbette tarım ve hayvancılık alanındaki yatırımları hükümetlerin yapması gerekir. Aslına bakarsanız tarım ve hayvancılık konusunda hükümetlerin yapması gerekenler, daha çok yasal düzenlemeler. Hükümetlerin görevi tarım politikalarına getirilecek temel ilkelerin belirlenmesidir. Bunun yanında sağlanacak teşvik ve sübvansiyonların düzenli, kalıcı ve günün şartlarına uygun hale getirilmesidir. Planlı ve bilimsel tarım yapılmasını teşvik etmek, hangi bölgede, ne tür toprakta hangi ürünlerden daha iyi verim alınır, bölgedeki su durumu, iklim koşulları nelerdir? Bunların belirlenip, ülkenin neye ihtiyacı varsa, ona göre üretim yapılmasını sağlamalıdır.

‘TARIM VE HAYVANCILIK SIFIRDAN PLANLANMALI’

Biz geçtiğimiz yıllarda Sırbistan'dan parça et ithal ettik. Sırbistan bunu yapabiliyorken, biz neden et ithal etmek zorunda kalıyoruz. Çünkü meraları yok ettik. Bir türlü modern tesisleri yapamadık. Atadan, babadan kalan yöntemler kullanılıyor hala. Oysa, çiftçilerimizin, üreticilerimizin zaman zaman eğitimlere alınması, onlara yol gösterilmesi gerekiyor. Kısacası, her alanda olduğu gibi tarım ve hayvancılıkta da modern sistemlere geçmeliyiz. Hollanda'yı bir sanayi ülkesi gibi görürüz, Almanya'yı, Fransa'yı da öyle. Oysa bu ülkelerin çok sağlam tarım politikaları vardır. Sistemleri aksamadan işler. Çünkü o ülkeler çok iyi biliyorlar ki insanları bilgisayar ya da cep telefonu ile değil, toprakla doyurabilirsiniz. Biz ise, tarım alanlarını talan etmekte birbirimizle yarışıyoruz. Tarımı ve hayvancılığı bitirmeye çalışıyoruz. Atatürk'ün kurduğu Atatürk Orman Çiftliği'nin başına gelenleri görüyoruz. Avrupa'da böyle bir şey yapmaya kalksanız, dünyayı başınıza yıkarlar.

Gelelim Büyükşehir Belediyesi olarak bizim yaptıklarımıza...

Eskişehir Büyükşehir Belediyesi kırsal kalkınma çalışmaları kapsamında binlerce domates fidesini üreticiye ücretsiz dağıttı...

‘AMACIMIZ ŞEHRE GÖÇÜ TERSİNE ÇEVİRMEK’

Gezip, dolaştığım, ziyaret ettiğim köylerde görüyordum, köyler ya da şimdiki adıyla mahalle ama ben hala köy demeyi yeğliyorum, boşalmış, genç nüfus hemen hiç yok. Yalnızca yaşlılar var ve onlar da kendilerine yetecek kadar ekip biçiyorlar. Yakın bir gelecekte, kırsalda tarım yapacak kimse kalmayacak. Öyle olduğunu görünce, bu mesele üzerine uzun uzadıya düşünmeye başladım. Nihayetinde biz, bir büyükşehir belediyesiyiz, ülkenin tarım politikalarını elbette kökünden değiştiremez ya da çözüm bulamayız. Ama yine de bir şeyler yapılması gerekiyor diye düşündüm. Örnek olması, farkındalık yaratması açısından birçok belediyeyi de harekete geçirebilirdik. Amaç ise, toprağını terk edip şehre göçmüş, kendi toprağında üretim yapmaktansa, şehre gelip inşaatlarda amelelik yapanların geri dönmelerine vesile olmak, onları buna özendirecek destekler vermekti. Ben bu projeye ‘Can Suyu Projesi’ diyorum. Ücretsiz domates fidesi dağıttık, marul fidesi dağıttık, ipekböcekçiliğini yeniden canlandırmak için dut fidesi üretip dağıttık. Hayvan yetiştiriciliğini teşvik için damızlık mandalar, küçükbaş hayvanlar hibe ettik. Bunların hepsini biliyorsunuz, bir nevi kendi çapımızda bir tarım ve hayvancılık destek hareketi başlattık. Bugün bizimle birlikte birçok belediye bu konu üzerinde hassasiyetle duruyor. CHP'li 11 büyükşehir belediyesi olarak sık sık bir araya geliyor, neler yapılabileceği ile ilgili görüşüyoruz. Yalnızca üretim aşamasında değil, bu ürünlerin halka direk üretici tarafından satışının yapılabilmesi için yeni satış ağları oluşturulması için yollar arıyoruz. Birbirimize örnek oluyoruz.

A. ANBAR: Yine önemli bir projeyi gündeme getirmek istiyorum. Yakın geçmişte ‘Çöpten Elektrik Üretimi ve Katı Atık Geri Dönüşüm Tesisi’ni inşa ettiniz. Bu tesisin, kuruluşundan bugüne kadar Eskişehir’e verdiği katkı nedir?

Y. BÜYÜKERŞEN: Çöp denildiği zaman bizim halkımızın aklına, değersiz, atık, artık, bir an önce bertaraf edilmesi gereken şeyler gelir. Oysa çöpün çok önemli bir ekonomik değeri vardır. Gerekli teknolojiyi kurar, ona göre doğru bir organizasyon yaparsanız çöpten elde edebileceğiniz çok önemli katkılar vardır. 

‘ÇÖP DEYİP GEÇMEYİN’

Biliyorsunuz çok uzun yıllardan bu tarafa Eskişehir'in çöpleri Seyitgazi yolunda, vahşi çöplük dediğimiz bir alanda toplanırdı. Özellikle sıcak yaz aylarında bu çöp yığınlarında çıkan yangınları uzaktan seyrederdik. Göreve gelmemden itibaren, şehrin toplanan çöplerinin ayrıştırılıp elektrik enerjisine dönüştürülmeleri gerektiğini savundum. Kâğıt gibi, metal gibi, cam gibi atıklar farklı, yaş sebze, meyve ve benzeri atıklar ise farklı şekilde değerlendirilebilirdi. Kâğıt, metal, cam gibi atıklar geri dönüşümle ekonomiye kazandırılabilir, diğer atıklar ise yüksek sıcaklıktaki fırınlarda kurutulup, yakılarak enerjiye dönüştürülebilirdi. Büyükşehir Meclisindeki üyelerimizden çoğunu Avrupa'ya götürüp, oradaki örnekleri gezdirdik. Ancak çoğunluktaki iktidar partisi meclis üyeleri bir türlü ikna olmadılar. Hatta mecliste bu sorunun hükümet nezdinde halli için AKP’li meclis üyesi bir profesöre görev verilmişti. Maalesef o profesör de gömme kararı çıkarttı. Gözleriyle ileri ülkelerde gördükleri sistemleri Eskişehir'de de rahatlıkla kurabileceğimize ikna olmadılar nedense. O dönem hükümeti de çevre sorunlarına karşı ortaya çıkan toplumsal hassasiyet nedeniyle bu sorunu görmezden gelemedi ve çöplerin gömülmesi için projeler istedi belediyelerden. Üstelik bu iş için aldığı dış kredi ile ‘deponing’ denilen sistemi teşvik etti. Biz de gerekli düzenlemeleri yaptık ve Bakanlığın istediği şekilde bir süre toplanan çöpleri gömdük. Ancak anlaşıldı ki tüm dünya, çöpten ciddi ekonomik kazanımlar elde ediyor, sonunda benim en başından beri savunduğum noktaya gelindi. Çünkü aklın ve bilimin, örneklerin gereği buydu.

Çöpten Elektrik Üretimi ve Katı Atık Geri Dönüşüm Tesisi...

‘EN DOĞRU PROJEYİ YAPTIK’

Nihayet, 19 yıl sonra depolamayı bırakıp, yeniden çalışmalara başladık ve kısa denilebilecek bir zamanda, 7 Haziran 2018’de Çöpten Elektrik Üretimi ve Katı Atık Geri Dönüşüm Tesisini hizmete açabildik. Artık toplanan her zerre çöp değerlendiriliyor. Geri dönüşüme tabi tutuluyor, yakılarak elektrik enerjisi üretiliyor. O çöp dağları yok artık, uzaktan izlediğimiz yangınlar yok. Gömülen çöplerin uzun vadede metan gazı sıkışması nedeniyle patlama ihtimali yok. Aksine, belediyemize dolayısıyla şehre ve ülke ekonomisine her açıdan önemli katkılar sağlanıyor.

A. ANBAR: Gelelim dünyayı etkisi altına alan korona virüs salgınına… Yaklaşık bir buçuk yıldır salgınla mücadele süreci yaşıyoruz. Türkiye de, her ülkede olduğu gibi pek çok alanda süreç içerisinde olumsuz anlamda etkilendi. Bu noktada işini kaybedenler, iflas edenler oldu. Toplumda her kesimi etkileyen bu süreçte Büyükşehir Belediyesi hem yatırım hem yardım anlamında ne gibi çalışmalar yaptı? Bu soruyla bağlantılı olarak Aşevi'nin hesaplarına bloke konulmasına ilişkin ne söylemek istersiniz?

‘VİRÜS TÜRKİYE'YE GELMEDEN BİZ HAZIRDIK’

Y. BÜYÜKERŞEN: Biz Eskişehir Büyükşehir Belediyesi olarak, pandeminin dünyada ortaya çıktığı ilk günden itibaren süreci dikkatlice izlemeye başladık. Gördük ki, öylesine hızlı bir şekilde yayılıyor ki, ülkemize gelmemesine imkân yok. Hızla belediye içinde bir koordinasyon ekibi kurduk. Yapacaklarımızı öncelik sıralarına göre listeledik. O günlerde henüz Türkiye'de vaka görülmemişti. İlk vakaların görülmesinden itibaren, başta hijyen ve ilaçlama konularında, halkın uyarılması, bilgilendirilmesi anlamında çalışmalara başladık. Toplu taşıma araçlarında hijyen koşullarını sağladık. Dışarı çıkma kısıtlamasının getirildiği dönemlerde, özellikle yardıma muhtaç yaşlı hemşerilerimizin ihtiyaçlarını kapılarına kadar ulaştırdık.

Aşevimizden 25 yıldır yemek yardımı yapıyorduk, mümkün olduğunca yardım kampanyaları vasıtasıyla imkânları arttırıp, yemek dağıtımını daha üst düzeye çıkarmaya başladık. İşte tam o sırada, belediyelerin yardım kampanyaları düzenlemeleri yasaklandı. Toplanan gelirlere bir şekilde el konuldu. Bizim de, hayır sahibi vatandaşlarımızca, bankadaki Aşevi hesabına yatırılan paraya el konuldu. Artık o tatsız günleri yeniden gündeme getirip yeniden polemik yaratmak istemiyorum. Toplum bu olanları vicdanıyla değerlendirdi zaten.

‘VALİLİKLE BİRLİKTE ÇALIŞTIK’

İşyeri kapanan esnafımıza destek verdik, gıda kolileri hazırlayıp dağıttık. Kapanan işyerlerinde çalışan ve işini kaybedenlere var gücümüzle destek verdik. Belediyenin mülkü olan işyerlerindeki kapanan esnafın kira ödemelerini ya geçici süreyle durdurduk ya kira bedelini düşürdük ya da zam yapmadık. Belediyeye olan borçlarda yetkimiz çerçevesinde yeniden yapılandırmaya gittik, daha uzun vadelere yaydık.

Eskişehir Büyükşehir Belediyesi salgın sürecinde esnafa gıda kolileri dağıttı...

Tüm bunların yanında Valilikle birlikte çalışıp, üzerimize düşen tüm görev ve sorumluluklarımızı yerine getirdik. Ama ne yazık ki, pandemi inişli çıkışlı olsa da halen bitmedi. Biz de Büyükşehir Belediyesi olarak az önce genel hatlarıyla saydığım şeyleri yapmaya devam ediyoruz.

A. ANBAR: Zaman zaman Eskişehir’de yoğun yağışlar görülüyor. Söz konusu yağışlar sonrası vatandaşlar mağduriyet yaşıyor. Bazı çevreler de bu mağduriyet üzerinden size yükleniyorlar, eleştirilerde bulunuyorlar. Yoğun yağışlarla mücadele edecek bir formül var mıdır?

Y. BÜYÜKERŞEN: Şimdi bakın, yağmurun beklenmedik şekilde yoğun olarak yağmasına yapacak bir şey yok elbette. Ancak yaratacağı sonuçların daha hafif atlatılması konusunda alınması gereken önlemler vardır. Ağustos ayında Batı Karadeniz'de yaşanan sel felaketlerini gördünüz değil mi? Öylesine dere yataklarında, olumsuz zeminlerde yapılaşmaya izin vermezsiniz mesela. Derelerin toprağını çalıp, onları daracık alanlara hapsetmezsiniz mesela. Çeşitli bahanelerle suyun doğal seyrini değiştirmeye yeltenmezsiniz mesela. Derelerin üzerine köprüler yaparken, o köprülerin üzerinden insanların ve araçların geçeceğini hesapladığınız kadar altından da derenin rahatça akmasını da göz önünde tutabilirsiniz mesela. Osmanlı döneminde yapılan köprüleri örnek alabilirsiniz mesela. Karadeniz bölgemiz ülkenin en yüksek yağış alan bölgesi. Hemen her yıl bu felaketler yaşanıyor, sonuncusu ise hepsinden daha büyük felaketlerdi.

A. ANBAR: Peki, Eskişehir’e gelirsek?

Eskişehir zaman zaman yoğun yağışların etkisi altında kalıyor...

‘FAYDA MALİYET ANALİZİNİN DOĞRU YAPILMASI GEREKİR’

Y. BÜYÜKERŞEN: Evet, Eskişehir'e gelirsek, geçmişte zaman zaman yoğun yağışlarda, Porsuk dahil taşkınlar, su birikintileri yaşandığı doğrudur. Hatta bizim göreve geldiğimiz 2000 yılında Porsuk yine taşmış, Çukurçarşı, Köprübaşı bölgesi, Şeker Fabrikası ve şimdiki Kentpark ve civarındaki semtleri su basmıştı. Bizim, Avrupa Kredisi ile A’dan Z’ye yenilediğimiz altyapı ve drenaj projeleri ile sorunlar halledildi. Şimdiki durumda yıllık yağış ortalamalarına bakıldığında sistem yeterli hale geldi. Hafif çaplı taşkınlar, bazen çok kısa süreli su birikintilerinin hiç oluşmaması için daha pahalı yatırımlar yapılabilir. Ancak bu projeler, yoğun yağmurların birkaç yılda bir yaşanıyor olması nedeniyle verimli sonuçlar doğurmaz. Sonuçta Eskişehir'de yıllık yağış ortalaması belli. Fayda maliyet analizinin doğru yapılması gerekir. Öyle ki, o yoğun yağışlarda da sıkıntı birkaç saat içinde ve çoğu kez sistem tarafından kendiliğinden gideriliyor.

A. ANBAR: Eleştiri aldığınız bir konuyu daha gündeme getirmek istiyorum… Son dönemde yoğun olarak Eskişehir’de trafik sorunundan bahsediliyor. Hem çevreyolu ulaşımında hem şehir içi ulaşımda çözüm aranıyor. Bu iki konuya ilişkin değerlendirme yapabilir misiniz?

‘ŞEHİR ARAÇLARIN DEĞİL İNSANLARINDIR’

Y. BÜYÜKERŞEN: Trafik, hiç bitmeyen eleştirilerden biridir. Bu eleştiri niye hiç bitmez biliyor musunuz? Çünkü nihai bir çözümü yoktur. Önce şuna bakmak gerekiyor. Trafik sorunu dediğiniz şey nedir? Nasıl tarif edersiniz? Sizce dünyada trafik sorunu yaşanmayan ülke ya da şehir var mıdır? Özel aracınızda tek başınıza ya da iki kişi olarak bir yerden bir yere hiç durmadan gidememek ya da geç gitmek, trafik ışıklarında beklemek, önceliğin her biri 100-150 yolcu taşıyan tramvaylarda olması mıdır trafik sorunu? Yoksa aracının dörtlülerini yakıp, istediği yerde durup istediği kadar bekleyen araç sahipleri de bir trafik sorunu mudur sizce? İnsanın ve özel araçların bu kadar yoğun olduğu dünyanın tüm şehirlerinde, özellikle işe, okula gidiş geliş saatlerinde, trafik sorunu vardır. Siz yol yaptığınız her yere trafik sorununu da götürüyorsunuz demektir. Ya da alt ve üst köprülerle şehirleri birer otobana çevirmek çözüm müdür? Yayaların karşıdan karşıya geçememeleri, caddelerin karşısına geçebilmek için onlarca basamak çıkıp onlarca basamak inecek üst geçitler yapmak trafik sorununu çözümler mi?

Yılmaz Büyükerşen Bulvarı'nda özellikle iş çıkışı saatlerinde yoğun trafik yaşanıyor... 

Şehir, öncelikle araçların değil insanlarındır. Hiçbir yaya basamaklı üst geçit kullanması için zorlanamaz. Şehir merkezlerinde araçların belli bir hız limiti vardır. Araç sürücüsü yaya ile sürekli göz temasında olmalıdır. Biz İsmet İnönü Caddesi'ni araç trafiğine kapattığımızda kimse inanamadı, herkes hayret etti. Ama şimdiki durumdan şikâyet eden kimse var mı; Esnaf mı, yayalar mı, bebek arabasıyla rahatça karşıdan karşıya geçebilen aileler mi?

Ayrıca mastır planı denilen şey, çok geniş kapsamlı planlardır. Gelecek için ve uzun vadeli yapılır. Bizim Master Ulaşım Planımız hazırlandı. Yeni arterler, yeni akslar belli. 1/25 binlik planda da bunlar belirlendi zaten.

A. ANBAR: Gelelim çevreyolu meselesine…

‘ESKİŞEHİR'İN ÇEVRE YOLUNA İHTİYACI OLMADIĞINI SÖYLEMEK AKIL DIŞI’

Y. BÜYÜKERŞEN: Gelelim tabii… Şehirdeki iktidar partisi yöneticileri ve temsilcileri, yıllardır, Eskişehir'in çevreyoluna ihtiyacı olmadığını, çevre yolunun şehrin trafik yükünün ancak yüzde 20'sini taşıyacağı gibi mantık ve akıl dışı bir görüşü savunuyorlar. Böyle bir görüşe sahip olanlar, bana sürekli trafik eleştirisiyle geliyorlar. Bakış açıları bu. Neden, çünkü trafik asla nihai çözümü olmayan bir konu. Eleştiri konusu yapılabilecek en kolay şey. Eleştirecek hiçbir şeyiniz yoksa imdadınıza hemen yetişecek şey trafik konusudur. Merkezi hükümetin yapması gerektiği halde yapılmayan çevre yollarını gereksiz bulan bir görüşün, bizi trafik sorununu çözmemekle eleştirmesi akıl alacak gibi değil.

Eskişehir çevreyolunda yaşanan trafik keşmekeşinden bir örnek...

‘ALPU-MİHALIÇÇIK YOLUNU YAPMAYACAKSINIZ SONRA DA BİZE TRAFİK DERSİ VERECEKSİNİZ’

Bakın başka bir şey daha var, onu da söyleyeyim. Eskişehir, ülkenin doğusundan özellikle Güney Marmara bölgesine geliş gidiş yolu üzerinde. Bilecik, Bursa, Balıkesir, Çanakkale'ye, bu illerden de ülkenin doğusuna açılan kapıdır Eskişehir. Böyle bir güzergâh üzerinde olan Eskişehir için çevre yolunun gereksiz olduğunu söylemek, topu taca atmaktan başka bir şey değildir. Kaçak oynamaktır. Siz yıllardır hükümet olarak, planlarda mevcut olan Kuzey ve Güney çevre yollarını yapmayacaksınız, Alpu-Mihalıççık yolunu yapmayacaksınız, Seyitgazi yolunu, Sarıcakaya yolunu yapmayacaksınız, sonra da kalkıp bize trafik dersi vereceksiniz. Üstelik de trafik sorununu yalnızca ışıklarda beklemek, caddelerin zaman zaman tıkanması olarak anlayacak ama Alpu yolunda gün aşırı ölümlü ve yaralanmalı ciddi kazaları görmezden geleceksiniz. Alpu yolundaki trafik sorunu çok daha önemli, çok daha acildir. Çünkü sizin yerine getirmediğiniz sorumluluğunuz ölümcül sonuçlar doğuruyor. Önümüz kış, Alpu yolunda umarım acı haberlerle karşılaşmayız.

‘TRAFİK SORUNU YOKTUR DEMİYORUM’

Diğer taraftan ben, trafik sorunu yoktur demiyorum. Trafik meselesi, modern çağın işkencesi olarak bile tanımlanabilir. Trafik, modern çağın, size ‘bedel ödetme’ yöntemlerinden biri. Bunu da insan kendi başına pekâlâ çözebilir. Örneğin başta şehir içi olmak üzere, her yere özel aracınızla gitmek, canınızın istediği yerde park etmek alışkanlığından vazgeçerseniz, şehir içinde özel otomobilinizin yerine toplu ulaşım araçlarını kullanırsanız, göreceksiniz ki, trafik sorununu çok daha az hissedeceksiniz. Ya bunu yapacaksınız ya da şikâyet etmeyeceksiniz. Çünkü özel aracınızla bu sorunu yaratan aslında sizsiniz.

A. ANBAR: Yeni bir konuya geçmek istiyorum… Bu konu, Eskişehir’in geleceğini yakından ilgilendiriyor ve dolayısıyla uzun zamandan beri kamuoyunca tartışılıyor. Raylı Sistemler İhtisas Organize Sanayi Bölgesi girişimlerinden bahsediyorum. Büyükşehir Belediye Başkanı olarak sizi de yakından ilgilendiren bir proje bu. Görüşünüzü alabilir miyim?

‘BAŞKAN OLDUĞUM SÜRECE İZİN VERMEM’

Y. BÜYÜKERŞEN: Bu konuda netim. Alpu Ovası, Bakanlar Kurulu kararıyla ‘Büyük Ova’ statüsüne alınmış, verimli tarım topraklarıdır. Bakanlar Kurulu aynı zamanda Alpu Ovası’nda tarım dışında hiçbir girişimin-yapılaşmanın olamayacağını kesin hükme bağlıyor. O nedenle böyle bir organize sanayi bölgesi Alpu Ovası’na kurulmamalı. Zaten hem Eskişehir hem de Alpu kamuoyu bunu kesinlikle istemediğini ve izin vermeyeceğini, gerekirse hukuki zeminde sonuna kadar mücadele edeceğini belli etti.

Hasanbey’e gelirsek… Benim anlamadığım konu da zaten bu. Raylı Sistemler Organize Sanayi Bölgesi kurulması için, Alpu Ovasından başka yer kalmamış değil ki. Aksine mevcut Organize Sanayi’nin hem içinde hem Hasanbey Lojistik Merkezi civarında hem de yeni genişleme bölgesinde yüzbinlerce, milyonlarca metrekare altyapıları hazır alanlar var. Buralarda rahatlıkla kurulabilir.

Şu konuya da bir kere daha vurgu yapmak istiyorum. Ben bu şehirde Büyükşehir Belediye Başkanı olduğum sürece, şehrin dört bir yanının küçük küçük de olsa, organize sanayi bölgeleriyle çevrelenmesine izin vermem. Çünkü bunun, bu şehre yapılabilecek en büyük kötülüklerden biri olacağına inanıyorum. Eskişehir yıllarca önce bu OSB alanının şehrin doğusunda olmasına ve o yönde genişlemesine karar verdi. Şehrin farklı farklı yönlerine OSB’ler serpiştirmeye çalışanlar, bu işler yerine şehre yatırım getirilmesi için çalışsınlar. Mevcut OSB’ye, yeni genişleme bölgesine yerli-yabancı yeni yatırımcılar bulsunlar. Enerjilerini ve zamanlarını buna harcarlarsa, bu şehre en büyük iyiliği yapmış olurlar.

A. ANBAR: Hemen bu konuyla bağlantılı bir soruyu aktarmak istiyorum. Eskişehir’de tartışma konusu olan URAYSİM projesinin iptali için Alpu Belediyesi mahkemeye gitmişti. Mahkeme, iptal istemini reddetti. Bahse konu projenin yıllardır bitirilemediğini de göz önünde bulundurursak nasıl yorumlarsınız?

Y. BÜYÜKERŞEN: Ben bu konuyla ilgili düşüncelerimi yıllardır açıklıyorum. URAYSİM Projesi, kuş bakışı baktığınızda çok cezbedici gelebilir. Dünyada çok az örneği olan, hayata geçirilmesi halinde yüksek gelir getireceği hayal edilen, üstelik adının başına bir de ‘Mükemmeliyetçilik Merkezi’ tanımını eklerseniz, birilerinin çıkıp bu projeye karşı çıkması imkânsız hale gelebilir diye düşünebilirsiniz.

‘NE GETİRECEĞİ BELLİ OLMAYAN BİR PROJE’

Diyelim ki, projeyi tamamladınız ve işletmeye açtınız. Ürettiğiniz hızlı tren başta olmak üzere, metro vagonlarının, tramvayların, diğer vagonların güvenlik testlerini yapabilirsiniz, uluslararası işbirlikleriyle ürettiğiniz lokomotiflerin de testlerini yapabilirsiniz. Peki, saatte 600 kilometre giden hızlı tren testleri yapabilir misiniz? Ancak hızlı tren üreten ülkelerden talep gelirse yapabilirsiniz. Çünkü siz henüz hızlı tren üretmiyorsunuz. Üstelik, bunları yapan ileri ülkelerin de bu denemeler için ürettiklerini Eskişehir’e getirip deneyeceklerini ve para kazanacağımızı hayal ediyorsunuz. Hızlı tren setleri üretebilmek için harcamanız gereken parayı, zamanı, emeği, sonucu belli olmayan bir proje için kullanıyorsunuz. Hızlı tren üretmenin ve bunun uluslararası sertifikasyonunu alabilmek için yapılması gerekenleri anlatacak olsam, bu söyleşi sayfalarca sürer. Enerjinizi, zamanınızı ve bütçenizi neden bunun için değil de yarısı gerçek yarısı hayal bir proje için harcıyorsunuz. Üstelik bir üniversitenin eğitimde kullanması gereken paraları harcayarak.

URAYSİM Projesi...

‘TÜLOMSAŞ TRAMVAY KONUSUNDA HİÇBİR ŞEY YAPMADI’

Bizi yıllardır tramvayları yurt içinden almamakla eleştiriyorlar. Zamanında, henüz TÜLOMSAŞ yaşarken, TÜLOMSAŞ'ın kolaylıkla tramvay üretebileceğini, bunun için de bizim tramvayları yurt içinden almamız gerektiği söylendi durdu. Ancak orta yerde A'dan Z'ye yerli üretim tramvay yok. Hala da yok. Bursa'da yapılan üretimler ise yalnızca bazı parçalar ile dış gövde yapımı. Diğer tüm parçaların en önemlileri yurt dışından getiriliyor ve montajları yapılıyor. Yani astarı yüzünden pahalı oluyor. TÜLOMSAŞ sırf dış gövde ve montaj yapabiliyor olsa, o eleştirileri kısmen anlardım.

A. ANBAR: Alpu Belediyesi’nin iptal davası açmasının gerekçesini de dinlemek isterim…

Y. BÜYÜKERŞEN: Onu da anlatacağım… Alpu Belediyesi, URAYSİM Projesinin hemen yanına Raylı Sistemler İhtisas Organize Sanayi Bölgesi kurulması gündeme geldikten sonra bu yola başvurmak zorunda kaldı. Çünkü Alpu Ovasına ihtisas organize sanayi bölgesi kurulması çok kötü bir fikirdi. Savunucuları, “madem URAYSİM Alpu Ovası'na yapılıyor, bu ihtisas organize sanayi bölgesi de buraya yapılmak zorunda" gibi, sanki Allah'ın emriymiş gibi, bir tavır içinde oldular. Alpu Belediyesi de "öyleyse biz de URAYSİM'in iptali için mahkemeye gideriz" gibi bir saikle hareket etmiş olabilir.

‘AYAKLARIMIZ YERE BASMALI’

Türkiye yıllardır böyle büyük hayallerle uyutuldu, hala da uyutuluyor. Savaş uçağımızı yapacağız, kendi otomobilimizi üreteceğiz, uzaya gideceğiz, aya gideceğiz, aya insan göndereceğiz gibi. Anlattığım görüşlerle birlikte şunu da söylemek isterim. URAYSİM Projesinin tamamlanması ve anlatıldığı üzere ülkemize ve şehrimize büyük gelirler getirmesi benim de en büyük dileğimdir elbette. Ancak istekler, dilekler öyle kolay gerçekleşmiyor. Hele ki ayaklarınız yere basmıyorsa, hele hesap-kitap bilmiyor, mukayeseli üstünlük sistemlerinden haberiniz yoksa, hiç gerçekleşmiyor.

A. ANBAR: CHP’li belediye başkanları arasında sorun yaşandığı öne sürülüyor. Bu konudaki görüşünüzü öğrenebilir miyim?

Y. BÜYÜKERŞEN: Elbette… 2014 yılı yerel seçimlerinin ardından, yani Tepebaşı Belediyesi’nin yanı sıra Odunpazarı Belediyesi’ni de kazandığımız seçimlerin ardından, Ahmet Ataç ve Kazım Kurt’la yaptığımız ilk toplantıda dile getirdiğim ilk konu şuydu:

Büyükerşen, Kurt ve Ataç, 2014 yerel seçimlerinin ardından Eskişehir Adliyesinde gerçekleştirilen törenle belediye başkanlığı mazbatalarını almışlardı...

‘BİZİ BİRBİRİMİZE DÜŞÜRMEYE ÇALIŞMAKTAN HİÇ VAZGEÇMEDİLER’

‘Benim sizden ilk ricam şu: Bundan sonra bizim karşımızdaki siyasi cephenin ve belli çıkar gruplarının yapmaya çalışacağı en önemli şey bizi birbirimize düşürmeye, karşı karşıya getirmeye çalışmak olacaktır; özellikle de Tepebaşı ve Odunpazarı belediyelerini. Buna izin vermemeliyiz.’ Bu konuşmamızın üzerinden 7 yıldan uzun zaman geçti ve bu gruplar bizi birbirimize düşürmek gayretinden hiç vazgeçmediler. 2019 seçimlerini geçirdik. Sürekli yaratılmak istenen bu suni gündemin olumsuz bir sonucunu gördünüz mü? Aksine 2019 seçimlerine göre daha da güçlenerek çıktık. Hem belediye sayımızı hem meclis üye sayımızı arttırdık. Büyükşehir Meclisinde çoğunluğu elde ettik. İlçe belediyelerimiz arttırdık. Daha güçlü bir yerel yönetimler ağı haline geldik. Demek ki o gayretlerin hepsi beyhudeydi.

Bugün de hala böyle şeyler kulağıma geliyor. Elbette, aynı siyasi partide olsanız da her zaman her konuda aynı şeyleri düşünmüyor olabilirsiniz. Böyle şeyler aile içinde bile yaşanıyor. Üstelik icra makamında bulunanların farklı yönetim anlayışları, farklı öncelikleri olabilir. Ona karar verecek olanlar da belediye başkanları ve meclisleridir. Üstelik belediye başkanlarının arasının bozuk olmasına neden olacak bir konu da yok orta yerde. Herkesin kendi belediyesi, personeli, bütçesi, projeleri var. Kimse kimsenin işine karışma noktasında değil.

‘KİMSENİN KAVGA ETME LÜKSÜ YOK’

İşin bir diğer tarafı da Cumhuriyet Halk Partisi’nde hiç kimsenin kimseyle kavga etmeye, küsmeye, karşı karşıya gelmeye hakkı yok. Biliyorsunuz ülke genelinde iktidara gelmenin yolu yerel yönetimlerden geçer. Böylesine güçlü olduğumuz bir dönemde, önce Eskişehir, sonra da Türkiye için mücadele etmemiz gereken noktada, tutup birbirimizle kavga etmenin gereği yok. Tüm gücümüzü, enerjimizi, zamanımızı ve imkânlarımızı Eskişehir ve Türkiye için kullanmalıyız.

A. ANBAR: Aslına bakılırsa şimdi soracağım soru, az önce sorduğum soruyla bağlantılı… Önümüzdeki yerel seçimlerde bir daha Büyükşehir Belediye Başkan adayı olmak istiyor musunuz?

Y. BÜYÜKERŞEN: Benim hayattan öğrendiğim en önemli şeylerden biri, her şeyin bir zamanı ve zemini olduğudur. Bilmem anlatabildim mi? Normal olarak önümüzde 2024’e kadar daha 3 sene var.

A. ANBAR: Peki… O halde şöyle bir soru sormak isterim: Aday olmamaya karar verirseniz, Büyükşehir Belediye Başkanlığı koltuğunda kimi ya da hangi yapıdaki bir insanı görmek istersiniz?

‘İSİM DEĞİL ŞEHİRCİLİK ANLAYIŞI ÖNEMLİ’

Y. BÜYÜKERŞEN: Buna ben değil, Eskişehir halkı karar verir. Benim aklımdan gönlümden geçen isim değil, ancak o kişinin şehircilik anlayışı olur. Eskişehir’in kazanımlarından ödün vermeden, geri adım atmadan, şehrin kimliğine zarar vermeden hizmet ve proje üretecek bir anlayıştan söz ediyorum. Şehri o gün olduğu noktadan daha ileriye götürecek bir anlayışı kast ediyorum. Benim için önemli olan Eskişehir ve onun geleceğidir.

A. ANBAR: Sohbetimizin sonuna yaklaşırken biraz da ülke siyasetine ilişkin konuşmak isterim. Çok tartışılan bir konu: Türkiye'nin erken seçime ihtiyacı var mı? Muhalefet kazanmak için neler yapmalı? Kaybederse vaziyet nasıl olur?

‘TEK ADAMLIK SİSTEMİNİN İŞLEMEDİĞİ BELLİ’

Y. BÜYÜKERŞEN: Bence bir erken seçim ihtiyacı var. Tüm göstergeler ona işaret ediyor. Ancak benim erken seçim konusunda en önemli tereddüdüm, pandemi ve yeni göçler ile bölgedeki uluslararası siyaset dolayısıyla ne kadar sağlıklı olup olmayacağı. İktidar, bu olağan dışı dönemde pandemiyi, göçleri ve yeni vatandaşlık verme kurnazlıklarını bahane ederek, seçimle ilgili akıl almaz yöntemlerle kendi lehine olacak düzenlemeler getirebilir. İktidar sırf yeniden kazanmak için bu tür yollara başvurursa, ülke bir kaos ortamına sürüklenebilir.

Şimdi, muhalefet kazanmak için öncelikle, işlemediği artık açıkça ortaya çıkmış bu tek adamlık sisteminin yerine çağdaş normlara göre düzenlenmiş parlamenter sistemi yeniden inşa edeceğini beyan etmelidir. Bu, hangi ismin aday olacağına bakılmaksızın, kesinlikle yapılması gereken ilk şeydir.

Muhalefet kaybederse ne olur derseniz, iktidar ülkeyi ne kadar kötü yönetirse yönetsin bir şekilde kazanacağını görür ve o nedenle de hiçbir kanun, kural dinlemeden yönetmeye devam eder. Bu da bizi ve ülkeyi çok daha sıkıntılı, çok daha karanlık günlere sürükler.

A. ANBAR: Evet, son soruyu soracağım ve bununla beraber okurlarımızla vedalaşmış olacağız… Az önce düşüncelerinizi ifade ettiğiniz konuyla yakından alakalı bir soru bu. Size, Millet İttifakından cumhurbaşkanlığı adaylığı teklifi gelirse sıcak bakar mısınız?

Y. BÜYÜKERŞEN: Olmayacak duaya âmin diyenlerden değilim.

-SON-

saglisolluhaber.com