Şehrin taşıt trafiğine kapalı İki Eylül Caddesi’nde yürüyoruz. Yağan yağmurun şiddeti ile birlikte üşüyen bedenlerimizi ısıtacak bir yer arıyoruz. Adalar’da çayımızı yudumlarken ısınıyoruz. Yağmur damlaları penceremize vuruyor. Dışarıda iki genç kavgaya tutuşmuş, çevreden bihaberler. Belli ki sinir sistemleri yorgun. Gönül yarası mıdır, bilmiyoruz. Penceremiz buğulanıyor birden, onları göremiyoruz, dalıp gidiyoruz düşlerimizin ötesine, kavgaların olmadığı bir dünya özlemine. İkimizde susuyoruz. Yan masada izledikleri filmi tartışıyor delikanlı ile genç kız. Delikanlının bu filmi zorla izlediği belli. Birden bir soru geliyor aklımıza, aynı şeyi düşünürmüşçesine birbirimize bakıyoruz ve “Biz niye böyleyiz? Bu çocuklar bizim eğitim sistemimizin çıktıkları değil mi, biz onlara neleri eksik öğrettik ya da neleri öğretemedik?” diye soruyoruz. Derin bir soru bu, yanıt vermekte zorlanıyoruz.
Toplumlar yetiştirmek istediği insan tipini çizip, yasalarına uygun eğitim programlarını da hazırlayıp, uygulanmak üzere okullara gönderir, öğretmenlerden de bu özelliklere uygun bireyler yetiştirmeleri istenir. Türk Milli Eğitim Programındaki genel amaçlara göz attığımızda, programın, İyi insan, iyi vatandaş, hoşgörülü toplum yetiştirmeye odaklandığını görürüz. Elbette olması gereken istendik özelliklerdir bu sıralananlar. Öğretmenlere eğitim ordusu okullara da eğitim yuvası nitelemesi yüklenir. Okullarımızda bu niteliklere uygun insan yetiştirebiliyor muyuz? Bunun yanıtını sokaklarımızda gündelik yaşam içinde gözlemlemek olanaklıdır.
Bir düşünür, “İnsanların öğretimlerinin göstergeleri diplomaları; eğitimlerinin göstergesi ise davranışlarıdır” der. Kırmızı ışık yandığında durması gerektğini öğrenen ancak bunu uygulamayan, İstiklal Marşı okuyarak başlanan doksan dakika seyirlik maçta, hakeme, rakip futbolculara, hatta birbirlerinin sülalesine küfüreden, maç bitiminda döner bıçaklarıyla birbirine saldıran bu insanları yukarıda yazdığımız amaçlar doğrultusunda neden yetiştiremedik? Porsuk Bulvarı’ndaki çiçeği, böceği sevmeyi geçtik, insan sevgimiz ne kadar bizim? Biz neden birbirimizi sevmiyoruz, duygularımızı yönetmede yetersiz kalıyor ve davranışlarımızın sonuçlarından habersiz yalnızca o ana odaklanıyoruz? Şefkatli bir toplumdan, sokak dostlarını hırpalayan, komşusunda çıkan yangını görmezden gelen, işyerinde, sokaklarda birbirine acımasızca mobbing uygulayan insanlara nasıl dönüştük?
Okullar öğretim yuvası yerine eğitim yuvasına; öğretmenler de öğretim ordusu yerine eğitim ordusuna dönüşmediği sürece, biz hep bu soruları sorar dururuz. Sahi bizim bakanlığımızın ön adında ne yazar, eğitim bakanlığı değil mi… Sağlıklı bir toplum yaratmanın yolu da programdaki konuların gerçek yaşamdan alınıp, yaşama aktarılabilmesinden geçer. Öğrencileri gerçek yaşam koşulları ile baş başa bırakıp sorun çözme becerisi kazandırmaktan geçer. Anneler, babalar ve öğretmenler olarak tüm çabalarımız, çocuklarımızın hak ettikleri bir dünyada mutlu yaşamaları, yaşam yolculuğunda ayakta kalmayı, dik durabilmeyi ve sorun çözebilmeyi öğrenmeleri olmalı.
Sevgiyle kalın.